Bu makale, kadın anatomisinin en önemli iki fonksiyonel ve spiritüel alanlarından biri olan meme sağlığının, psikosomatik faktörlerle ilişkisini bütüncül bir perspektiften incelemeyi amaçlamaktadır. Kadın bedeni, özellikle rahim ve meme olmak üzere, biyolojik ve spiritüel açıdan özel bölgeler barındırır. Meme alanı, hem fiziksel hem de ruhsal beslenme kapasitesine sahip olup, kişinin enerjisini ve duygusal durumunu yansıtan, kalp çakrası ile ilişkili, şefkat ve şifa gücüne ev sahipliği yapan bir alandır. Bu bölge, aynı zamanda kadının bedenindeki ikinci kıvrımsal yapıyı oluşturur ve dış dünyaya özgürce yansıma imkanı sunar.
Ancak son yıllarda yapılan sağlık araştırmaları, meme sağlığı sorunlarının, global sağlık örgütlerinin verilerine göre, kadın sağlığı alanında en yüksek oranlara sahip olduğunu göstermektedir. 2020 yılında dünya genelinde 2,3 milyon kadına meme kanseri teşhisi konmuş ve 685.000 kadın hayatını kaybetmiştir. 2020 sonu itibariyle, son 5 yıl içinde meme kanseri teşhisi konmuş 7,8 milyon kadın hayatta olup, bu rakam meme kanserini dünyanın en yaygın kanseri haline getirmektedir. Meme kanseri dünyanın her ülkesinde ergenlikten sonra herhangi bir yaştaki kadınlarda, ancak yaşamın ilerleyen dönemlerinde artan oranlarda görülmektedir.Yani meme kanserinin yaygınlığı coğrafi sınırları aşıyor ve dünyanın her köşesinde meydana geldiği rapor ediliyor.
Meme kanserinin yaygın ve derin etkisi göz önüne alındığında, önleme, tespit ve tedavisiyle ilgili kapsamlı bütünsel stratejilere acil bir şekilde ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Bu durum, kadın bedeninin derin şefkat ve vericilik kapasitesine rağmen, hücresel ve dokusal olarak nasıl bu kadar zarar görebileceğini sorgulanmasını gerektirir.
Kadının evrimsel süreci ve biyolojik yapılandırmasının anlaşılması, meme sağlığı üzerindeki psikosomatik etkilerin temelini oluşturur. Meme alanı bir bebeğe sütün verilmesi gibi yaydığı enerji olarak aslında şefkatle vericiliktir. İlk süt emzirme ile kadın bedeninde aktive olan şefkat duygusu, enerji akışı olarak da kadın bebek sahibi olmasa da doğal bir besleyicilik alanıdır. Tüm tarihsel bulgular ve biyolojik olarak kadın bedenine baktığımızda meme alanı vericilik merkezi; rahim ise alıcılık merkezi olarak işlev görür. Tamamlayıcı bakış açısına göre, kadınların enerji alışverişindeki dengesizlikler, hem rahim sağlığına hem de meme sağlığında enerji düşüklüğüne yol açabilir. Bu enerji alışverişindeki dengesizlikler, verme ve alma dengesinde yaşanan problemlerle de ilişkilendirilebilir. Bu dengesizliklerin psikolojik sebepleri arasında baba ile olan ilişkiler, anne ile olan ilişkiler, partner ile olan etkileşimleri görebiliriz.
Eril enerji kaynaklarıyla (örneğin, baba veya erkek partner ile olan ilişkiler) sağlıklı bir beslenme ve denge sağlanamazsa, kadın bedeni bu durumu enerji, davranış ve tutum olarak iki farklı şekilde dışa vurabilir. Bu durumlar; kendini sık sık baskı altında hissetme, utanç ve suçluluk duyguları ile ilişkilendirilen kurban bilinci veya ‘her şeyi kendim yaparım, kimseye ihtiyacım yok’ diyen bir bağımsızlık hali şeklinde tezahür edebilir.
Bu makalede tanımlanan ‘Meme Sağlığında Amazon Sendromu’, kadınların eril enerji ile olan ilişkilerinde yaşadıkları beslenme ve denge sorunlarının, meme sağlığı üzerindeki psikosomatik etkilerle doğrudan ilişkilendirildiği bir durumu ifade eder. Bu durum, kadınların hem fiziksel hem de ruhsal olarak nasıl beslendikleri ve bu beslenme şeklinin meme sağlığı üzerindeki etkileri üzerine derin bir inceleme gerektirir.
Antik Çağlardan Günümüze Memenin Şefkat ve Besleyicilik Simgesi Olarak Evrimi
Antik çağ, memenin sembolik anlamının köklerinin bulunduğu bir dönemdir. Bu dönemde, memenin besleyicilik ve şefkat sembolü olarak önemi, mitoloji, sanat ve dini ritüeller aracılığıyla ifade edilmiştir. Antik medeniyetler, memeyi yaşamın kaynağı olarak gören bir perspektife sahipti, bu da kadınların toplumdaki rolünü ve anneliğin kutsallığını vurgulamaktaydı.
İlk Semboller ve Anlamlar

Antik çağlarda, bereket ve besleyicilik sembolleri olarak memeler, çeşitli medeniyetlerde kutsal kabul edilen figürlerde ve sanat eserlerinde sıkça yer alırdı. Örneğin, M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Yunan hekimi Hippokrates, memenin hem fiziksel hem de ruhsal beslenme kaynağı olduğunu vurgulamıştır. Bu dönemde, memenin verdiği sütün, yaşamın devamlılığını sağlayan kutsal bir nektar olarak görülmesi, anneliğin ve besleyiciliğin sembolü olarak memenin önemini pekiştirmiştir.
Mısır Medeniyeti

Antik Mısır’da, İsis, hem ölülerin koruyucusu hem de çocukların ve annelerin koruyucusu olarak kabul edilirdi. İsis’in sık sık oğlu Horus’u emzirirken tasvir edilen heykelleri ve resimleri, memenin besleyici ve koruyucu gücünü simgeler. Bu tasvirler, aynı zamanda İsis’in evrensel annelik figürü olarak rolünü pekiştirir.
Yunan ve Roma Mitolojisi
Yunan ve Roma mitolojisinde de memenin sembolik önemi vurgulanmıştır. Örneğin, Zeus’un sütannesi Hera’nın sütünden fışkıran sütün Samanyolu’nu oluşturduğuna dair mit, gökyüzünün ve evrenin besleyici gücü ile anneliğin birleşimini simgeler. Ayrıca, Romulus ve Remus’un bir kurt tarafından emzirilmesi hikayesi, Roma’nın kuruluş efsanesinde merkezi bir yer tutar ve besleyicilik ile korunma temasını güçlendirir.
Hindistan ve Doğu Medeniyetleri
Hindistan’da, Hindu tanrıçası Kali’nin birçok tasvirinde, memeleri açıkça sergilenir ve bu, onun verici ve yıkıcı yönlerinin birleşimini ifade eder. Doğu medeniyetlerinde, memenin besleyicilik sembolü olarak değil, aynı zamanda evrensel denge ve uyumun bir parçası olarak görülmesi, doğurganlık ve anneliğin kutsallığını vurgular.
Antik Sanat ve Heykel

Antik dönem sanat eserlerinde, memeler genellikle abartılı bir şekilde betimlenmiştir, bu da onların verimlilik ve bereketle ilişkilendirildiğini gösterir. Özellikle verimlilik tanrıçalarının heykellerinde, geniş kalçalar ve büyük memeler, doğurganlığın ve besleyiciliğin sembolleri olarak ön plana çıkar.
Antik çağın bu dönemlerinde, memenin sembolik anlamı, doğurganlık, beslenme, koruma ve anneliğin kutsallığı gibi temalar etrafında şekillenmiştir. Bu sembolizm, sanat, mitoloji ve dini inançlar aracılığıyla ifade edilmiş ve memenin insanlık tarihi boyunca nasıl önemli bir sembol olarak kalabileceğinin temellerini atmıştır.
Orta Çağ ve Rönesans: Dinî İkonografi ve Sanatta Memenin Yeri

Orta Çağ boyunca ve Rönesans döneminde, Hristiyan ikonografisinde Meryem’in İsa’ya süt verirken betimlenmesi (Madonna Lactans) yaygındı. Bu tasvirler, memenin şefkat, koruma ve ilahi beslenme kaynağı olarak algılanmasını güçlendirdi. Rönesans döneminde, sanatçılar memeyi, sadece fiziksel beslenmenin değil, aynı zamanda ruhsal ve zihinsel gelişimin de bir sembolü olarak ele alırlardı.
MEME SAĞLIĞINDA AMAZON SENDROMU

Antik çağın savaşçı kadınları, Amazonlar, tarih boyunca mitoloji ve efsanelere ilham kaynağı olmuştur. Kendilerine özgü güç, çeviklik ve erkeksiz yaşama biçimleriyle tanınan bu anaerkil toplum, okçuluk yeteneklerini optimize etmek amacıyla sağ göğüslerini feda etmişlerdir. Bu radikal eylem, Amazonları, patriyarkal tarih içerisinde egzotik kadın figürleri arasında öne çıkarır. Antik literatürde (Homeros, Herodotos, Strabon vb.) yer alan anlatılar, Amazonların yaşadığı kültürün, günümüzün cinsiyetçi rolleri ve iktidar yapılarına karşıt bir düzeni temsil ettiğini ortaya koyar. Bu bağlamda, Amazonların varoluşu, anaerkillikten ataerkilliğe geçiş sürecinde kadınların özgürce var olma mücadelesinin bir sembolü olarak değerlendirilebilir.
Bu kadın savaşçılar, toplumsal ve askeri organizasyonlarını kadın liderlik üzerine kurmuş ve böylece tarihte nadir görülen bir matriarkal yapının varlığını sürdürmüşlerdir. Antik kaynaklarda Amazonların, erkeklerle eşit veya onlardan üstün olarak savaşta yer aldıkları, kendi krallıklarını yönettikleri ve toplumlarını kadın merkezli değerler etrafında örgütlendikleri belirtilir. Bu, Amazonları, kadın gücünün ve bağımsızlığının sembolü haline getirir.
Ancak zamanla, Amazonlar ve onların matriarkal düzeni, çevre toplumlarla olan çatışmalar ve antik dünyanın giderek artan patriyarkal eğilimleri nedeniyle bozulmaya başlar. Erkek egemen toplumların yükselişi, Amazonların yaşam tarzı ve özgürlüğü üzerinde baskı oluşturmak, bu da anaerkil yapının erodisyonuna ve sonunda mitolojik hikayelerde anlatılan büyüklüğünün azalmasına yol açmıştır. Buna rağmen, Amazon kadın savaşçıları, kadın özerkliği ve gücünün simgesi olarak kültürel bellekte güçlü bir yer tutmaya devam etmektedir. Onların hikayeleri, kadınların liderlik, savaşçılık ve toplumsal örgütlenme kapasitelerine dair ilham verici örnekler sunar ve günümüzde bile feminizm ve kadın hakları hareketleri için önemli bir referans noktası oluşturur.
Amazon kadınlarının yaşam tarzı, 1960 larda ortaya çıkan feminist hareketlerle özdeşleşmiş, kadın ve erkek arasındaki eşitlik mücadelesinde “Amazonluk” ve “Amazon simgeleri” önemli bir yer tutmuştur. Bu hareketler, kadın sorunlarına çeşitli perspektiflerden yaklaşarak, çözüm yolları üretmiş ve birçok feminizm türünün temel etmesine olanak sağlamıştır. Özellikle Radikal Feminizm, Amazon kadınlarının yaşam biçimleriyle benzerlik gösteren çözüm yolları ve kadın sorunlarına bakış açısıyla dikkat çekmiştir.
Patriyarkal sistem, cinsiyet rolleriyle erkeği üstün kılarken, kadını toplumdan dışlayıp ötekileştirmiştir. Buna karşın, Amazonlar gibi anaerkil toplumlar, tarih öncesi dönemlerde görülen ve soyun anneden belirlendiği yapıları temsil eder. Amazonlar, patriyarkal sisteme direnirken, toplumsal sistemi dengelemek adına kadınsız bir yaşam biçimine yönelmiş ve bu süreçte kadınlıklarından ödün vermişlerdir. Bu, özellikle Athena ve Artemis figürlerinin gölgeleri altında kalan kadınları tanımlar.
İlerleyen çağlarda, Amazon kadınlığı, dengeli bir Athena ve özgürlükçü doğa kadını Artemis ile şifalanma sürecine girmiştir. Günümüzde de Amazon kadınları, savaşçı, herşeye yetişen ve çözüm üreten kadınların şifalanma sürecinde Artemis’in temsil ettiği şefkatin önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
Antik düşünürlerden Platon, ‘Yasalar’ eserinde, devletin tam anlamıyla işlevsel olabilmesi için kadınların da erkekler kadar eğitilmesi gerektiğini vurgulamış, bu bağlamda Amazon kadınlarını örnek almıştır. Platon’a göre, savaşta ve barışta başarılı olabilmek için kadın ve erkeğin eşit olması esastır.
Günümüz dünyasına kadar uzanan bu savaşçı kadın kimliği, modern kadınların özellikle kişiliklerini kaybettikleri ve eril ile olan ilişkilerinde dengeyi sağlayamadıkları sorunları beraberinde getirmiştir. Bu durum, kadınlar arasında infertilite ve sağ meme alanında sağlık sorunlarının artmasına neden olmuştur. Yürütülen anketler ve betimsel analizler, bu yaşam biçiminin meme sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açabileceğini göstermektedir.
Bu inceleme, antik dönemden günümüze Amazon kadınlarının mirasının, kadın hareketlerinin evrimi ve meme sağlığı üzerindeki psikosomatik etkiler açısından kritik bir değerlendirme sunmaktadır. Amazon Sendromu, kadınların cinsiyet rolleri, toplumsal beklentiler ve bireysel sağlık arasındaki karmaşık ilişkileri anlamlandırmalarına yardımcı olacak teorik bir çerçeve sağlar.
Kadınlar, Amazon Sendromu olarak tanımlanan durumların üstesinden nasıl gelebilirler? Bu sorunun cevabı, kadınların kendi dişiliklerini şifalandırma ihtiyacını kabul etmelerinde yatmaktadır. Modern toplumun eril değerleriyle yoğrulmuş bir dünyada, kadınlar sıkça kendilerini eril roller içinde bulurlar. Bu durum, kadınların kendi dişil enerjilerini tam olarak yaşayamamalarına neden olur. Bu bağlamda, kadınlara hayatın zorlukları karşısında yavaşlamaları ve çevrelerindeki eril enerjiden destek alarak dişil enerjilerini şifalandırmaları önerilir.
Kadınların dişilliklerini şifalandırma süreci, çevrelerindeki erkek kardeşler, iş arkadaşları ve diğer eril figürlerden alınacak destekle kolaylaşır. Özellikle baba ile olan ilişkinin iyileştirilmesi ve partner ilişkilerinin dengeli bir şekilde incelenmesi önem taşır. Bu süreç, kadınların içsel bir şifalanma yolculuğuna çıkmalarını sağlar.
Eril ve dişil enerjiler arasındaki denge, sağlıklı bir meme sağlığı için hayati önem taşır. Eril enerjinin verici, dişil enerjinin ise öncelikle alıcı sonra verici olması gerektiği vurgulanır. Bu enerji dengesi, kadınların rahim alanından yeterli enerjiyi alabilmeleri ve sağlıklı bir şekilde enerjiyi dışa vurabilmeleri açısından kritik bir öneme sahiptir.
Gerçekleştirdiğimiz betimsel analizlerde, çalışmaya dahil ettiğimiz 12 Sağ Meme alanında sorun yaşayan ve üstesinden gelen kadın dostumuzda bu aktardığımız amazon sendromu olarak nitelendirdiğimiz yaşam seçimleri olduğunu gözlemledik.Kadınların kendilerini nasıl algıladıklarına dair sorulara verdikleri cevaplar, meme kanseri üzerine yapılan önceki çalışmalarla uyumlu bulgular sunar. Betimsel analiz cevaplarımızı destekler mahiyette Annals of Oncology, 1990. Kluwer Academic Publishers tarafından yayınlanan ve Meme Kanserinin altında önemli mental, psikosomatik, psikolojik sebepler olduğunu ortaya koyuyor. Bunların arasında da aşırı öfke ve aşırı yüksek özgüven durumu yukarıdaki bulgularla benzerlik teşkil ediyor.
Kadınların dişilliklerini nasıl şifalandırabilecekleri ve meme sağlığı üzerindeki psikosomatik etkileri nasıl azaltabilecek leri konusunda yapılan öneriler, kadın sağlığının korunması ve iyileştirilmesi için önemlidir. Kadınların dişil enerjilerini şifalandırmaları, sadece bireysel sağlık için değil, aynı zamanda toplumsal sağlık için de büyük önem taşır. Bu süreç, kadınların kendilerini daha bütünsel bir şekilde ifade etmelerini ve yaşamın getirdiği zorluklar karşısında daha sağlıklı stratejiler geliştirmelerini sağlar.
Peki, aşırı dişil olma halinin meme sağlığı üzerindeki etkileri nedir?
MEME SAĞLIĞINDA AŞIRI DİŞİLİK VE ALMA-VERME DENGESİZLİĞİNİN ETKİLERİ: SAÇINI SÜPÜRGE EDEN KADIN SENDROMU
Toplumsal ve bireysel yaşamda karşılaşılan zıtlıklar, bireyleri sürekli bir denge arayışına yönlendirir. Bu denge arayışı, cinsiyet rolleri ve enerji dağılımı bağlamında da kendini gösterir. Dişilik ve erillik arasındaki enerji dengesizlikleri, özellikle kadın sağlığı üzerinde belirgin etkiler yaratır. Aşırı dişilik, bu dengesizliklerin bir tezahürü olarak, kadının kendini ve ihtiyaçlarını sürekli olarak ikinci plana atmasına, maddi ve manevi fedakarlıklarda bulunmasına ve hatta kendini kurban edebilecek düzeyde pasif bir konuma düşmesine yol açar. Bu makale, aşırı dişiliğin meme sağlığı üzerindeki etkilerini, özellikle sol meme üzerinde yoğunlaşan etkileri ışığında, “Saçını Süpürge Eden Kadın Sendromu” kapsamında incelenmektedir.
Aşırı dişilik, ataerkil toplum yapısının belirlediği eril değerlerin aşırı benimsenmesi ve bu değerlerin kadın sağlığı üzerinde oluşturduğu baskılar sonucunda ortaya çıkar. Bu durum, öfke, baskı, şiddet eğilimi gibi eril davranışların kadın üzerindeki baskısının bir sonucu olarak, kadının dişil enerjisini sağlıksız bir şekilde ifade etmesine neden olur. Kadın bedeninin ve psikolojisinin bu baskılara tepkisi, meme sağlığı sorunlarına ve özellikle sol meme üzerinde negatif etkilere yol açabilir.
Kadın bedeninin sol tarafı ve sol meme, dişil enerjinin kaynağı olarak kabul edilir ve annelik ile soy bağlarının şifalanması için kritik öneme sahiptir. Anne ile sağlıklı bir bağın, kadının genel dişil enerji dengesi ile doğrudan ilişkili olduğu görülmektedir. Dengeli bir dişil enerji oluşmadığında, kadın kendini kontrolsüz, şikayetçi ve depresyona meyilli bir durumda bulunabilir.
Eril enerjinin öncelikle verici, dişil enerjinin ise öncelikle alıcı sonra verici olması gerektiği ilkesi, sol meme sağlığı üzerindeki aşırı dişil davranışların dengelemesi gerektiğini işaret eder. Aşırı vericilik, alma-verme dengesinin bozulmasına ve dolayısıyla sağlıksız bir duruma yol açabilir.
Bu bağlamda, kadın bedeninin enerji döngülerinde kritik bir rol oynayan rahim ve meme ilişkisinin önemi vurgulanmaktadır. Memeler, vericilik ve besleyicilik merkezi olarak; rahim ise alıcılık ve yaratım merkezi olarak işlev görür. Kadınların sağlıklı bir alma-verme dengesi kurabilmesi, enerji döngülerinin bu iki merkez arasında dengeli bir şekilde işlemesi ile mümkündür. Kadın, doğum yaptıktan sonra emzirme sürecinde rahmin eski haline dönmesi ve sağlığına kavuşması, bu dengeli enerji akışının biyolojik bir örneğidir.
Sonuç olarak, aşırı dişilik ve buna bağlı olarak gelişen “Saçını Süpürge Eden Kadın Sendromu”, kadın sağlığı üzerinde derin etkilere sahiptir. Bu sendromun üstesinden gelmek, kadınların kendi dişil enerjilerini dengeli bir şekilde ifade etmeleri ve eril-dişil enerji dengesini sağlıklı bir şekilde yöntemleri ile mümkündür. Bu süreç, kadınların kendilerine yönelik farkındalıklarını artırarak, kendi sağlıklarını koruma ve geliştirme yollarını bulmalarını sağlar.
Gerçekleştirilen betimsel analizler ve sol meme rahatsızlığı tecrübe eden 14 kadın ile yapılan mülakatlar, kadınlığın nasıl tamamlandığına dair önemli bilgiler sunmaktadır. Kadınlık sıklıkla, hayatın her alanında karşılaşılan mücadeleler, görmezden gelme ve ikinci sınıf vatandaşlık hissi ile ilişkilendirilmektedir. Bu durum, kadınların kendilerini sürekli verici olarak konumlandırmasına ve bireysel ihtiyaçlarını ihmal etmesine yol açabilir.
Carol Gilligan’ın toplumsal etkiler altında bireylerin ahlaki gelişimini üç evrede ele aldığı araştırması, bu bağlamda dikkate değerdir. Gilligan A göre, özgecilik ve bireysellik arasındaki çatışma, özellikle kadınlar arasında yaygındır ve aşırı dişil davranışlar olarak yorumlanabilir. İkinci evre, bireyin kendi ihtiyaçlarına ve çıkarlarına önem vermeye başladığı, ancak bu durumun başkalarının ihtiyaçlarına karşı duyarsızlık olarak algılanabileceği bir dönemi temsil eder. Üçüncü evre ise, bireylerin başkalarının ve kendi ihtiyaçlarını dengede tutarak, hem kendilerine hem de başkalarına karşı sorumluluklarını yerine getirme bilincine ulaştığı bir aşamadır. Bu evre, eril ve dişil enerjiler arasında dengeli bir halin temsilidir.
Bu araştırma, kadınların aşırı dişil davranış kalıplarından dengeli bir dişil enerjiye geçişin, bireysel ve toplumsal evrimle birlikte, kadın bedeninin dönüşümünde ek çaba gerektirdiğini ortaya koymaktadır. Efes Antik Kenti ve Artemis kültü üzerinden yapılan tarihsel bağdaştırma, dişil enerjinin, besleyicilik, şefkat ve şifa gibi özellikleriyle nasıl ifade edildiğini göstermektedir. Amazon kadınlarının Artemis kadınlığına dönüşümü, aşırı eril davranış kalıplarının şefkatinde nasıl şifalandırılabileceğine dair bir örnektir.
Dr. Guan Cheng Sun’un Taoist ve moleküler genetik uzmanı olarak yaptığı açıklamalar, rahim ve meme arasındaki enerji bağlantısının kadın sağlığı için önemini vurgular. Rahim, enerjinin yaratıcı ve üretken yönünü depolar; meme ise bu enerjiyi besleyici bir şekilde dışa vurur. Bu enerji döngüsü, kadın bedeninin sağlıklı işleyişi için temel bir unsurdur.
Sonuç olarak, kadınların aşırı dişil davranış kalıplarının üstesinden gelmeleri ve dengeli bir dişil enerjiye ulaşmaları, hem bireysel hem de kolektif şifa süreçlerinde kritik bir öneme sahiptir. Kadınların kendi dişil enerjilerini dengeli bir şekilde ifade etmeleri, sağlıklı bir kadınlık deneyiminin oluşmasını ve sürdürülmesini sağlar.
Rahim ve Meme Alanının Entegrasyonu Üzerine Analiz: Dr. Guan Cheng Sun’un Perspektifinden Enerji Depolama ve Şifa
Dr. Guan Cheng Sun, bir Taoist ve moleküler genetik uzmanı olarak, rahimin içsel bir alan olduğunu ve enerjinin yaratıcı ve üretken yönünü depoladığını ifade eder. Kadınlar, bebek hamileliği sürecinde olduğu gibi, enerjiyi toplama ve depolama yeteneklerini uygulamalar aracılığıyla aktive edebilirler. Bu süreç, bedenin ince bağırsak ve kalp ile senkronize çalışarak meme alanında süt üretimi şeklinde enerji açığa çıkmasını sağlar. Bu, kadın bedenine özgü bir döngü olup, elde edilen sütün içindeki şifanın kolektife yayılmasını temsil eder.
Saf ve temiz enerjinin rahim alanına toplanması ve meme alanında bu enerji ile birleştirilmesi, sunduğumuz değeri maksimize eder. Enerjinin kalp ve meme alanına taşınamaması halinde, kadın bedeninin enerjisi tükenir ve kirlenir, bu da göğüs bölgesinde gri enerjinin dışa yansımasına neden olur. Bu gri enerji, sağlıksız enerjinin bireyin enerjisi ile karıştığı ve bireysel enerjinin zayıfladığını gösterir. Bu yüzden, cinsellik, beslenme ve diğer yollarla rahim alanına toplanan enerji, hayati öneme sahiptir.
Dr. Sun, beslemenin temel işlevinin besleyen bilincini açığa çıkarmak olduğunu belirtir. Memeler, emzirme sürecinde bebeği beslemek için sütü dışa çıkaran bir araçtır. Emzirmenin ötesinde, enerji olarak kolektif enerji alanını beslemek için de bir araç haline gelirler. Enerji döngüsünün bu şekilde işletilmesi, doğru niyete sahip olmayı gerektirir. Böylece rahim ve meme alanı arasındaki bu döngü sürekli aktif kalır.
Annelik ve emzirme, şefkat ve şifa halini doğal olarak aktive eder. Bu süreçte, anne sütü bebeğe hem tıbbi bir koruma sağlar hem de şefkatle yüklenmiş enerjiyi aktarır. Bu durum, bebek üzerinde melek gibi bir koruma sağlar ve böylece bebeğin dünyadaki meleği anne olur. Sümerler, Babiller ve Mısırlılar döneminde görülen kanatlı tanrıçaların betimlemesi, bu kavramdan ilham alır.
Şefkat ve şifa aktivasyonunun, anne olmadan da doğal olarak gerçekleştirilebilmesi için, bireyin içindeki savaşçı ve kurban yönler arasında bir ateşkes yapması gerekmektedir. Bu içsel barış, tarihte Türk Mitolojisinde Hakan ile Hatun’un ilişkisi veya Sümerlerdeki Inanna ve Dumuzid’in eşitlik içindeki birlikteliği gibi, eril ve dişil enerjilerin aşırılıklarının uyum içinde var olabilmesinin anahtarıdır. Bu tür bir entegrasyon, bireyin hem kişisel hem de toplumsal düzeyde dengeli ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için temel teşkil eder.
Kadının İç Barışı / Huzuru İçin Destekleyici Uygulamalar: Yavaşlama, Gözlemleme ve Farkındalık

Modern zamanların kadını, içsel barışa ulaşmak için hangi yolları izlemelidir? Yavaşlama, gözlemleme ve farkındalık dışında, vurgulanan tüm unsurları nasıl destekleyici bir uygulama haline getirebiliriz? Bu sürecin adımlarını, çeşitli öğretilerden, bilgeliklerden ve grup çalışmalarımızdan elde edilen faydalar ışığında sıralamak faydalı olacaktır.
İlk adım olarak, şefkatle fiziksel anlamda meme alanımızın bütünlüğünü (sağ ve sol meme) kabul edip onurlandırmak gerekmektedir. Bu süreç, kalp merkezimizde, kalp çakramızda ve timus alanımızda enerji döngüsünü dengelememizi sağlar.
Daha sonra, sağ memenin temsil ettiği eril yönümüzün dengesini niyet ederek hizalamamız önemlidir. Bu adım, eril enerjimizin dengeli bir şekilde ifade edilmesine yardımcı olur.
Sol memenin temsil ettiği dişil yönümüzün dengesini niyet ederek hizalamak, dişil enerjimizin kökeni olan anne ile bağlarımızı şifalandırmamıza olanak tanır. Bu süreç, aşırı vericiliği ve kendi ihtiyaçlarını göz ardı eden davranış kalıplarımızı ele alır.
Eril enerjimizin kökeni olan baba ile olan bağlarımızı şifalandırmak, eril yönümüzle ilişkimizi dengeli bir hale getirmemizi sağlar. Rahim ve meme bağlantısını onurlandırmak, bu şekilde alma-verme dengesini kurarak, enerji akışımızı sağlıklı bir şekilde yönetmemize yardımcı olur.
Bu koruyucu, önleyici ve destekleyici çalışmalar, özellikle rehberli düzenli meditatif metodlar kullanılarak gerçekleştirilir. Meditasyon tekniğinin seçilmesi, bu uygulamanın sağladığı faydaları destekleyen pek çok araştırma ile desteklenmektedir. Meditasyon, bireyin kendine dönük bir yolculuk yapmasını, içsel dengesini bulmasını ve hem eril hem de dişil enerjiler arasındaki uyumu keşfetmesini sağlar. Bu süreç, kadının kendi içindeki savaşçı ve kurban yönleri arasında bir ateşkes yapmasına ve daha dengeli, huzurlu bir yaşam sürmesine olanak tanır.
Sonuç olarak, modern zamanların kadını, yavaşlama, gözlemleme ve farkındalık ilkelerini temel alarak, şefkat, şifa ve içsel barışa ulaşmak için meditasyon gibi destekleyici uygulamaları hayatına entegre edebilir. Bu süreç, kadının kendi dişil ve eril enerjileri arasındaki dengeli bir uyum sağlamasına ve böylece daha bütüncül bir varoluşa adım atmasına yardımcı olur. Tüm bu süreçte Goddess App, tamamlayıcı ve önleyici meme şifası kategorisiyle senin yanında!
Araştırmalar, meme hastalıklarının gelişiminde öfke ve psikolojik durumların önemli bir rol oynadığını keşfetmiştir, bu da duygusal durumun ve stresin fiziksel sağlık üzerinde derin etkileri olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, meditatif çalışmaların, öfke yönetimi ve psikolojik dengenin sağlanmasında kritik bir öneme sahip olduğu ve dolayısıyla meme sağlığının korunmasına ve iyileştirilmesine önemli katkılar sağlayabileceği anlaşılmaktadır.
Örneğin, UCLA Tıp Fakültesinde yapılan araştırma, meditasyonun “sağ ön dorsal insula” bölgesini aktive ederek, bu alanın neşe ve merhamet hislerimizi artırdığını gösteriyor. Wisconsin Üniversitesi’nin çalışmaları da, meditasyonun beyin üzerindeki bu etkisinin, bireyleri daha nazik ve merhametli yapabileceğini destekliyor. Bu yüzden meditatif çalışmalar meme sağlığına bütüncül yaklaşımda büyük önem taşıyor.
Daha fazla öğren:
- Amazon Kadını Sendromu: Meme Sağlığı ve Psikosomatik Etkiler
- Saçını Süpürge Eden Kadın Sendromu: Alma Verme Dengesizliği ve Kadın Sağlığına Etkileri
Kaynakça
1. Gilligan, Carol. “Theory of Moral Development.” *In a Different Voice: Psychological Theory and Women’s Development*, Harvard University Press, 1982.
2. “Amazon Kadınları.” *World History Encyclopedia*. [https://www.worldhistory.org/amazon/](https://www.worldhistory.org/amazon/).
3. “Evidence for a link between certain psychological factors and the risk of breast cancer in a case-control study.” *Annals of Oncology*, vol. 1, no. 22-29, 1990, Kluwer Academic Publishers, Netherlands. [https://www.annalsofoncology.org/article/S0923-7534(20)30945-5/pdf](https://www.annalsofoncology.org/article/S0923-7534(20)30945-5/pdf).
4. “Psychological attributes of women who develop breast cancer: A controlled study.” *Journal of Psychosomatic Research*, vol. 19, no. 2-3, 1975, pp. 147-153. [https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/0022399975900628](https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/0022399975900628).
5.Luders E, Kurth F, Mayer EA, Toga AW, Narr KL, Gaser C. The unique brain anatomy of meditation practitioners: alterations in cortical gyrification. Front Hum Neurosci. 2012 Feb 29;6:34. doi: 10.3389/fnhum.2012.00034. PMID: 22393318; PMCID: PMC3289949.
6. Lutz A, Brefczynski-Lewis J, Johnstone T, Davidson RJ (2008) Regulation of the Neural Circuitry of Emotion by Compassion Meditation: Effects of Meditative Expertise. PLoS ONE 3(3): e1897. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0001897
7. Yousefi Afrashteh, M., Masoumi, S. Psychological well-being and death anxiety among breast cancer survivors during the Covid-19 pandemic: the mediating role of self-compassion. BMC Women’s Health 21, 387 (2021). https://doi.org/10.1186/s12905-021-01533-9
8. Zhou, S., Yu, M., Zhou, Z. et al. The effects of art therapy on quality of life and psychosomatic symptoms in adults with cancer: a systematic review and meta-analysis. BMC Complement Med Ther 23, 434 (2023). https://doi.org/10.1186/s12906-023-04258-4
9. Marina A. Khusid, Meena Vythilingam, The Emerging Role of Mindfulness Meditation as Effective Self-Management Strategy, Part 1: Clinical Implications for Depression, Post-Traumatic Stress Disorder, and Anxiety, Military Medicine, Volume 181, Issue 9, September 2016, Pages 961–968, https://doi.org/10.7205/MILMED-D-14-00677
10. Pandey, Praful; Gogia, Ajay. Empowering breast cancer survivors: Nurturing self-compassion for a positive body image. Cancer Research, Statistics, and Treatment 6(4):p 581-583, Oct–Dec 2023. | DOI: 10.4103/crst.crst_303_23
11. Reangsing C, Punsuwun S, Keller K. Effects of Mindfulness-Based Interventions on Depression in Patients With Breast Cancer: A Systematic Review and Meta-Analysis. Integrative Cancer Therapies. 2023;22. doi:10.1177/15347354231220617



